Bir değişimin, gelişiminin söz konusu olduğu hallerde fikirlerin paylaşılması, özellikle birlikteliğin ve birlikte hareket etmenin önemi ısrarla vurgulanmaya çalışılır. Yapılan yanlışlıklar, hak yemelerin mağduriyetleri gündemden hiç düşmez.
Bu süreçte haliyle birileri bir adım öne çıkabilir, birileri hedef olabilir, risk alabilir. Aynı durumda daha risksiz sessiz ve derinden gidenler de olabilir elbette.
Amaç, planlar, programlar çerçevesindeki mücadele serüveni sonrasında bir şeyler hissedilmeye çalışılır. Yani mücadelenin meyvesi artık alınmaya başladığı dönemler,ganimetlerin, lütufların göz kırptığı ikramların servisi…
Dün sıkıntılar etrafında yuvarlak masayı paylaşanlar, omuz omuz verenler takdire şayan mücadele vermişlerdi, birbirlerini desteklemişlerdi ne ala!
Bal tutan parmağını yalar misali güneşin sıcaklığı ve aydınlığı nedense daha çok bir mevzi üzerinde odaklaşır sanki. Bir bakarsınız ki yine beyler, efendiler, patronlar…
Dün bu pazara uğramayanlar, pazarın hamisi ve yönlendiricisi olmuşlar. Öyle ki selametleri için, geleceklerini gölge altına almamak için de gerekiyorsa dünkü dostlarını, yanındakilerini hem de çömercesine ve israf edercesine(!) harcamaktan geri kalmadan.
Bir yanınız değil, ta yüreğiniz yanar, dişleriniz sallanır, terden sırılsıklam kesilirsiniz dün dost gibi görünenlerin bugün makam için yaptıklarına.
Dün dava vardı, fedakârlık vardı, birliktelik vardı. Zannederdiniz ki bu kar tanelerinin bir araya gelmesi rahmete vesile olacak…
Bu ülkeyi en tepeye kadar yönetenler bile dün dündür demediler mi?
Eee bugün başka bir gün. Dava adına ortaya çıkanlar bir harfin değişmesini dikkate almayarak tavanın lezzetine, gösterişine aldanarak dünkü eşitlik kelimesine farklı bir gözle bakar oldular.
Hani dün adaletsizliğin, çifte standardın çok yüzlülüğünden yakınanlar nedense bir mal ve hizmetin başına geldiklerinde aynı şekilde eşitlikten, paylaşmaktan bahsetmemeye başladılar. Eşitliğin aynılık anlamında olmadığını fark etmeden ibre hep tek yöne döndü, hızar kullanılmadan keser ile yontma işlemi ile marangozu bile hayrete düşürerek…
Çalışma, emek dönemindeki birliktelik, eşitlik ve paylaşım birden siliniverdi sanki. Hani eşitlik, neden kazandıklarını, sana verilenleri, fazlasıyla payına düşenleri adaletli bir şekilde dağıtmada cimri davranıyorsun?
Üstelik sana ait olmayanları, emanet malları bedeline kuruş ödemeden, pahalı bir şekilde satarak…
Hem de dün beraber olduklarını yerini kaybetme adına vefayı vefata maruz bıraktırarak.
Ne kadar yenilirse yenilsin midenin kapasitesi bellidir, gerisi sağlığı tehlikeye sokar. Ne kadar kazanılırsa kazanılsın mal mülk sınırlıdır, fazlası baş ağrıtır. Dahası var vakit muayyendir ve hayat sınırlıdır.
Makamların ve malların üzerindekilerin bir Ömer, Mevlanavari gibi hoş bir sada ile ölümsüzleşme imkânıvarken; üstelik rütbeli, ünvanlı hiçbir kabir yokken eldekileri kaybederken mahzun olmanın ve başkalarını sevindirmen neden?
Öyle ya Karun bile dün yokluk halini unutup nimetlerin şatafatında kendini sonsuzluk sarhoşluğunda elindekilerini kaybedeceği ana kadar hep güçlü olduğunu haykırmış, kendisine hep gıpta edenlerin hazin son karşısında hayıflanmalara başlamıştı.
Oysa çok güzel bir çağrıyı hatırlamak lazımdı; Yüce Yaratıcının insanlara ihsanlarda bulunmasını örnek alarak ve de Karun’u çok iyi okuyarak. Çünkü Karun aynı zamanda bir semboldür…