KALEM

Bazen hiç kalemi elden düşürmek gelmez insanın aklına. Yazdıkça açılır sanki Kalem. O Kalem çok güzel şeyler anlatır eşrefi mahlûkata. Kim bilir nice güzelliklere ve hayra da vesile olur.

 

Bazen de çok zorlanır Kalem yazmak için. Zihni karışık, kalbi buruşuk, ağzı bıçak açmaz haldedir Kalemin. Duygu yüklü olmasına rağmen bazen yazmak gelmez Kalemin içinden. Aslında çok söyleyeceği vardır Kalemin. Zihin dağınık, ağız açmaz, kalem tutmaz o eller ne kadar istemese de yazmaya da mahkûmdur Kalem. Kalemin ucu körmüşçesine, mürekkep bitmişçesine yazmaz Kalem. Soğukta üşüyüp donan ellerden mi, yoksa donan hissiyattan mı, yoksa başka bir şeyden mi yazmak gelmez Kalemin içinden.

 

Kalem yazmakla, çizmekle niye zorlanmasın ki…

 

Bitişik komşuda olan bitenden habersiz ne kadar haberdarız? Akşam olsun da kendimizi bir an önce eve atmanın hesabını yaparak dünyamızı daraltmaz mıyız? Arşa yükselen feryatlarla, kalabalık sesler ve gürültüyle ancak karşı evde cenaze var diye zahmetle irkiliriz. O televizyonlardaki bizleri esir eden programı kaçırır diye nice güzelliklerden kendimizi alıkoymak yok mu?

 

Ya başka çocukların eline bakan, hatta bazı yiyecekleri ve oyuncakları ismen bile bilmeyen; birileri yok mu benim başımı okşayacak dercesine insanı içten içe eriten boynu bükük yetimlerin masum bakışları yok mu?  

 

Ya duygu sömürüsü diye çoğumuzun belki de eleştirildiği, ekranlarda görmek istemediği dert yüklü, fedakâr, çilekeş insanların halleri?

 

Hele çöplükte rızık arayanlar, bazen yazın sıcağında; bazen kışın dondurucu soğuğunda istismar edilen körpe yavruların görmek istemediğimiz haller…

 

Ya Karun’a şapka çıkarırcasına nasıl olursa olsun kazanalım derdinde olanlar, yedikçe genleşen ve hacimleri artanların başkalarından habersiz halleri,

 

Hele bakar körler, duyar sağırlar, yürüyen sakatlar; ya kalp ve hissiyat özürlüler…

 

Ya atayı, anayı, babayı bir köşeye atanlar ve atılanlar, utanç adına gizli tutulanlar…

 

Ya o dünde kaldı, o eskidendi, geride kaldı, köhnedi diye beğenmediklerimiz, gerçekle yüzleşmekten kaçtıklarımız ve gerçekleri inkâr ettiklerimiz,

 

Ya inancı, düşüncesi, sevdası, aşkı adına horlananları, itilip kakılanları, yalnızlığa terk edilenleri,

 

Hele bu zamanda anlaşılamayan fikir ve muhabbet dostlarının yalnızlığa mahkûm hallerini, 

Aynı evde birbirini anlamayan iki farklı dünya insanı gibi evlatlar ile anne ve baba arsındaki o korkunç uçurumu…

 

Daha neler neler…

 

Ya yarınımız diye öğünüp sokağa mahkûm edip sonra sigaraya, alkole, tinere, baliye, haplara, uyuşturucuya mahkûm edip sonra alkolik, tinerci diye damgalayıp adeta hayata küstürülen o evlatlarımızın içler acısı hali,

 

 Ya içte ve dışta vatanımıza, toprağımıza, bayrağımıza, inancımıza yapılan saldırılar karşısında et ve kemik misali yaşayanların farklı uzuvlarmış gibi birbirlerine olan yabancılıklarını,

Irak’ta yapılan zulümleri, katliamları, taciz ve tecavüzleri yazan kalem neden zorlanmasın ki…

 

Kalemi sadece tahtadan ve mürekkepten müteşekkil mi zannediyorsunuz? Hayır hayır o kalemin kalbini ve gönül gözünün varlığını ve duygu yüklü halini unutmayınız.

 

Ya yıllarca dost diye menfaat adına sinsileşenler, ya çıkar adına insanlığı ikinci plana atanlar ya tedennileşenler ya öz yurdunda garip olanlar ya siyaset yapıyoruz diye çift kimlik sergileyenler, ya güzelliği alkışlayıp destek olamayacak kadar kendinden korkanlar…

 

Kalem zorlanıyor arkadaş, kalem yazamadıklarına üzülüyor dostum.

 

Hani silah icat oldu mertlik bozuldu derlerdi ya. İşte öyle bir şey.

 

Erkekler ağlamaz derler ya! Ağlamamak meziyet değilmiş arkadaş. Keşke ağlayacak kadar güzel bir kalbimiz, gözlerimizden akacak kadar gözyaşımız olabilse. Ve içimiz rahatlayacak bir şekilde ağlayabilsek.

 

Hey dostum unutma ki bu kalabalık şehirde yalnız değilim diye! İnanın bazen insan çok yalnızdır kalabalıklarda. Sanma ki bu kalabalık kadar dostum var diye!

 

Kalem nasıl yazarken zorlanmasın ki…

 

Ama yaşananlar Kalemi yürekten nasıl etkilemesin ki…

  

Kalem düşünüyor, düşünüyor, üzülüyor ve duygusallaşıyor, çıkış arıyor kendisine…

 

Birden zihinler gül bahçesi ile donatılmadığı müddetçe toprakta ayrık otlarının bitmesi, çoğalması kaçınılmazdır. Ve kötülüklerle dolu bir insanın güzel yönünü de değerlendirmek gerekir” şeklinde düşünen büyüklerin izlediği yol ile yapmak zor da olsa güzeldir. Tahrip ise hiçe götüren bir kolaylıktır. Önemli olan su-i zan beslemek değil, hüsn-ü zan beslemektir. İnsanoğlu nasıl görmek isterse o pencereden bakar. Gözlüklerimizi değiştirerek, iyi görüp iyi düşünmek zorundayız diye Kalem’in sorumluluğunu hatırlamak zorunda kaldım.   

 

 Sonuçta madem gerçekler kalıcıysa, biz sadece yaptıklarımızdan mesulüz. O halde sadece bugünü yaşamak en güzeli diye her şey insan için, en güzel yatırım insana olan yatırımdır diyerek, hoşgörüyü, herkese tahammül etmeyi, saygıda kusur etmemeyi... öğrenip yaşamaktır diye teselliyi aradım.  

 

Ama yine de Kalem zorlanıyor arkadaş!