NASIL OKUMALI VE ANLAMALI?

Hayat doğumun ötesinden ölüme, belki de ölümün ötesini içerisine alan bir süreçtir. Bu süreçte hilkatte verilenler var, sonradan öğretilenler ve öğrenilenler de var.

Aslında hayat başlı başına bir eğitim, öğretim, uygulama ve tecrübedir.

Bu anlamda canlılar içerisinde insan eşrefi mahlukattır, başı boş değil; insan ibadet için yaratılmıştır. 

Eşrefi mahlukat olan insan sabit bir makam olan meleklerden bile üstün makamlara çıkabildiği gibi; en alt seviyeye de düşebilir.

İnsanın hayata merhaba diyerek kulluk çerçevesinde ibadet, sevap günah, iyi kötü, mükafat ceza, hayır hasenat, dini inanç ile açıklandığı gibi hümanizm gibi yaklaşımlarla da bu hususu inananlar da yok değil.

İyi, güzel, doğu, estetik, hoş, arzu edilen; arzu edilmeyen,kötülük halinde sınırı nasıl korumak gerekir, ölçü ne olmalıdır?

Yani bir çirkinlik, kötülük, olumsuzluk görüldüğündeki olması gereken yaklaşım nasıl olmalıdır, bu konuda bir formül, tecrübe, hakikat emir var mıdır?

Öncelikle bilimle de ters düşmeyen İlahi Hükümler ki -en son olarak biz kitap olarak Kuran-ı Kerim’e inanıyoruz, emirler- yasaklar, görgü ve ahlak kuralları, öğretiler ve hakikatler vardır elbette.  Hak din olarak da İlahi Hükümleri insanlara aktaracak, öğretecek elçiler var ki biz bunlara Resul-Nebi- Peygamber diyoruz. Dolayısıyla son peygamber de Hz. Muhammed sav’dir.

O halde yaşamın, insanın kendisine örnek aldığı Zat; son peygamber olan Hz. Muhammed sav’dir ki biz O’nun fiili, kavli, takriri hallerine hadis; hayatına da Siyer-i Nebi diyoruz. Yani O, bize her haliyle örnek ve ölçüdür. 

Dolayısıyla da hadisler bize birçok şey söyler, hayatımıza rehber olur.

Mekkar, gaddar, acımasız zaman ve asır teknoloji, bilim, bilişim ve birçok kolaylıkla birlikte beraberinde sınırı belli olmayan ve öznel birçok sorunu da getirdi elbette. 

Ak ile kara belki de hiçbir zaman bu kadar birbirine yakın olmamıştı, kirli beyaz bu kadar ara renk olmamıştı, gri ile beyaz hiç bu kadar iç içe girerek aynılaşmamıştı belki de. 

Çıkarın, rantın, beklentilerin zulme karşı sessizliğin adı tarafsızlık, demokrasi olmuştu. 

Adaletin-hakkın- zorbalığın adına güç deniliyordu. 

Kalem gibi düz olmaktan öte bukelemunluğun, ikiyüzlülükten çok yüzlülüğe oradan yirmi yüzlülüğün neredeyse aranılan haline iş bilmek, demokrasi deniliyordu.

Haktan öte makam ve rakam için yalakalığın, sen bilirsinliğin adı tabi olmak, şöhretin- enaniyet perdesindeki kendini beğenmiş dünyevileşmenin adı itibarlı insan olmuştu.

…..

Samimiyet, sadakat, vefa, güven, hürmet, muhabbet, hassasiyet ve hasletler ismen vardı ve bu vasıftaki insanlar ise sayılı ve aynayı gösterdiğinden pek arzu edilmiyordu. Emanet, vekalet, hoş bir sada, ölümsüz eser… aman gölge etmeyin!

Gözler ne kadar kapatılırsa kapatılsın, kulaklar ne kadar duymazlıktan gelirse gelsin, akıl ne kadar tutulursa tutulsun, kalp ne kadar uzak tutulursa tutulsun bazı hakikatler inkar edilemez, sönen lambanın karanlığı ve gecenin karanlığı sabahın güneşine mahkumdur.

Hani hadis demiştik ya! İşte herkese rehber ve pusula olacak iki güzel hadis…

Nasıl okumalı ve nasıl anlamalıyız acaba?

“Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim – Ebû Dâvûd)

“Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.” (Tirmizi) 

Sahi bir kötülük görüldüğünde samimiyetle o kötülüğü, haksızlığı bildiğimiz kadar, dilimizin döndüğü kadar beklenti, çıkar, yalakalık, birilerini rahatsız etse de söyleyebiliyor muyuz?

Birilerinin, halk için mi yoksa hak ve adalet için mi kötülüğe karşı durabiliyor muyuz?

Sesimizi arttırarak ve bir adıma daha öteye giderek dik bir duruş izcin emlimizle, ayağımızla, bütün gücümüzle korku ve menfaatlerin ötesinde durabiliyor muyuz?

Ve en son adım olan varımızla, bütün gücümüzle mücadele edebiliyor muyuz, kendimizi sınava tabi tutabiliyor muyuz, menfaatten öte güç değil diyerek hak, doğru ve adalet ne ise onu yapabiliyor muyuz?

Bütün yatırımların temeli insana yapılan yatırımdır. Sonra şekilden öte adam olabilmek ve bedenen kişi ölse bile geride bırakılan ölümsüz eserle hep gönüllerde yaşayabilmektir.

Herkese göre, adamına göre bir ölçü mü, yoksa güçten ve halktan öte hakka, adalete dayanan bir ölçü mü?