Öyle ki hassas sayıla ulaşıldığında ölüme kadar değil, ölümden öte de kişinin sevdikleriyle, yakınlarıyla, kardeş mabeynindeki dostlarıyla ölümsüzleşmektir. Tıpkı bir Hamza, Ömer misali.
Yaratılan her varlığın bir sebebi, hikmeti vardır elbette. Amaçsız, başı boş, günü kurtarmak için yaratılmamıştır insanoğlu. Sadece günü kurtarmak olsaydı sebep diğer günün anlamı olmazdı.
Ve her şey kâinatın devamında muhteşem sanat eserinin bir temsilcisi olduğu gibi aynı zamanda bir vazifedar, hizmetkardır da. Kimileri bu vazifeyi görev, hizmet, ibadet telakki edip geride hoş bir sada bırakarak...
Kimileri kendi meslekleri ve işleri, hizmetleri ile hayatla mücadele ederler. Kimileri de amaçları doğrultusunda ölüme göz kırparak adeta kendini feda ederek varlıklarını sürdürürler.
Kimileri de beyinleriyle, kalpleriyle, yürekleriyle ışık saçan bir kalem olurlar. Yani kimileri görevlerini ifa ederek, kimilerisilahla, kimileri de kalemle hayatta iz sürerler. Tıpkı bir Fatih Sultan Mehmet, Akşemsettin misali.
Kalem tutanlarla payidar olmuş Selçuklu, Osmanlı. Savaşlar karşısında kılıç sallayan kahraman hükümdarlar hocaları önünde diz çökmüşler, yol haritalarında hocalarını olmazsa olmaz kabul etmişler.
Konuşmak, yazmak…Güzel bir sözün sadaka olduğunu söylememiş mi Sevgililer Sevgilisi? Sözler konuşmak, arzuhaldir, bir sanatçıdır konuşan, yazan.
Güzel bir söz söylemek, kötüleri bertaraf etmek, hayırlara kapılar açmak bir sadaka değil midir?
Öyle ki hiçbir menfaat, beklenti, çıkar endişesi duymadan… Hem de edep, inanç, hoşgörü, adalet ölçüsünde hakikatisöylemeden çekinmeden konuşabilmek ve yazabilmek.
Defosuz, beklentisiz, gölgesiz ve kişileri tatmini ön plana almadan yazabilmek, konuşabilmek. Konuşurken de kimseye bedel ödenmediğinden yürekten haykırabilmek!
Haykırırken, konuşurken, yazarken sanki arkasında binlerce gücün olduğunu, hatta tarihin silinmez mümtaz şahsiyetlerinin gücünü de bir destek olarak hissederek konuşabilmek, yazabilmek!
Özellikle de tek kapı olan Yüce Allah’a sığınarak konuşmak ve yazmaktan daha güzel ne ola ki?
Kalemin yolculuğunun başlaması da bir tesadüf olmasa gerek. 2002 yılı ile başlayan Kalem’in yıllara inat devam eden bir seyahati…
Şekilden öte, terörü telin, kendini tanıyabilmek, kendini tanıyabilmek, çocuklarımız ve öğretmenlerimiz, okuyor, okumalı, duygulu kalem, kardelen, toplumun mimarları, tercümanı hal, hassasiyetlerde inatçı olabilmek, varlığın sembolü, insanlık sarayını çirkefleştirmemek, samimiyet… Adına önce insan ve insanlığa hizmet için çıkılan yolda tabi ki önceliğimiz çocuklar ve özel ihtiyaç grupları, ihmal, istismar, taciz, gasp, zulüm…kıskacında olanlara kucakta öncelik verebilmek…
Kısaca insana hizmetkarlığı Potpuri ile bütünleştirerek alemler arasında ufuk turu yapabilmek.
İnsana hizmet edilir de tarihin içerisinde sicili bozuk olanlar, tarihi kirletenler nefretle anılmaz mı hiç? Bedir, Malazgirt, Çanakkale ve diğerleri unutulamaz ki? Sarıkamış da Kurtuluş Savaşı da… unutulamaz...
Dünyadaki müstemlekeci tavırlara, haksızlıklara; Asya’ya, Afrika’ya, Ortadoğu’ya, Balkanlara, Türk Cumhuriyetlerine; Afganistan’a, Filistin’e; Irak’a, Bosna’ya, Azerbaycan’a…sessiz kalınır mı, zulüm alkışlanır mı?