Her ne kadar insanın tanımları farklı yapılsa, tanımlarda birleşilen nokta daha çok şekil ve akıl noktasında birleşse de bedenden öte, şekilden öte duygularla, hasletlerle birlikte yaşamaktır insan ve insanlık.

Dünyanın aldatıcı hayatında sonsuzmuşçasına kibirli yürümek, benlik kisvesine bürünerek emirler yağdırmak, üstelik kendindeki emanet güçleri, makam güçlerini pervasızca kullanmak insan olmanın şekilden ötesine gider mi acaba?

Bir anlamda insan olmanın ne anlama geldiğini bilmek, kendini anlayabilmek, kâinatın en mükemmel varlığı olduğunun farkına varmak, üstelik Yaratıcının hitabı ile şereflenmenin farkına varmak varken…

Her insanın kendisini tanıması, üstelik insanlara yönelik hizmet sunulan makamlarda, arkasından şükranla anılmak, ölümsüzleşmek varken…

Hele hele doğum öncesinden başlayan süreçte öğrenmek, eğitilmek, kendini tanımakla beraber geliştirmek, kendini terbiye etmek varken…

Neden insan kötülükler kisvesinde canavarlaşır, başkalaşır ki? Hem de canın, malın gerçek sahibi olmadan!

Eğer insanlık kötülükleri yaşatmakla mutlu olsaydı bugün kötülüklerin temsilcileri, insanlığı felakete sürükleyenler, barbarlar, vahşetin mimarları nefretle anılmaz, takdirle anılırlardı. Irak’ta insanlığı yok eden Süperlerin üzerlerine fırlatılan ayakkabı bedenden, şekilden öte insanlığın, insan haysiyetinin, onurlu yaşayışın, hürriyetin bir numunesi olmasa idi dünya bu kadar alkışlar mıydı koca toplumdaki bir ferdi? Demek ki önemli olan insanlara amir, yönetici olarak zulmetmek değilmiş. Hani idareci deriz ya! İdare eden, düzeni sağlayan, insanı anlayan kişi var ya, yoksa…

Tarihte Hakikatleri Konuşanlar, uluslararası düzeyde insanlık adına yaşatılanlar; Mevlanalar sadece yaşayıp ölümle yok mu oldular, yoksa o kısacık ömür içerisinde ölümsüzleştiler mi?

Dünyanın da sahiplendiği Mevlâna ve Mevlâna Haftası, Şebi Arus…Mevla’nın nerede doğduğu, yaşadığı, ne zaman vefat ettiği tarih adına elbette önemlidir. Ancak ölümsüz hayatı, insanlar için ibret alınması gereken hayatı daha da önemlidir.

Mevlâna, 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesinin Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın Babası Bahâeddin Veled'tir. Annesi de Mümine Hatun'dur. Hayatının belli bir döneminden sonra Selçuklu Döneminde Alâeddin Keykubat’ın daveti ile 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile beraber Konya’ya yerleştiler. Zamanla talebeleri, müritleri çoğalan Mevlâna vaazlar vermeye başlayarak büyük bir ilim adamı ve gönül adamı olmuştur. 

Mevlana’nın hayatının belki de anlamı 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebriz’i ile karşılaşmasıdır. Şems'in ölümünden sonra Mevlâna uzun yıllar inzivaya çekilmiş. Yaşamını “hamdım, yandım, piştim” şeklindeki çok kısa ve çok anlamlı bir şekilde özetleyen Mevlâna 2 Ocak 1231(17 Aralık 1273) yılında Konya'da vefat etmiştir. 

Namazda Sadreddin Konyevi'nin bayılması üzerine cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırmıştır. Mevlana’nın bedenleri de Selçuklu Sarayının Gül Bahçesine emanet edilmiş, daha sonra burası müze olarak kullanılmaya başlanmış, dergâh olarak da bugünkü yer seçilmiştir.
Mevlâna kısacık ömrüne Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mektûbât, Fîhi Mâ Fih, Mecâlis-i Seb’a (Yedi Meclis) isimlerindeki eserleriyle insanlığın adeta gül bahçesi olmuştur. Belki de bizden farklı olarak da Mevlâna, ölümü doğuş günü, yani en çok sevdiği olarak Allah’a kavuş günü olarak- Şeb-i Arus- kabul etmiştir. Yani Mevlana’nın ölümünde kimse ağlamıyor, belki de kendine ağlıyor.

Elbette ki yaşamak önemli ama geride bırakılan eser, ölümsüzlük bir o kadar önemlidir. İşte dün söylenip bugün yaşayan daha da yaşayacak olan Mevlâna’nın herkese hisse olabilecek güzel ve feyizli sözleri:

* Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol. Tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.

* Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına ne mazeretin devası ne ilacın şifası deva getirmiş.

*Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.

*Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.

*Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.

*Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Arslan’ın, sabredip pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur.

* İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.

*Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak, başka yere koymak.

*Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.

*Gönül şişesini kırarsan artık, yaşamak fayda vermez.

* Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.

Asıl mesele Mevlana’yı anlamak. Çünkü Mevla’nın dediği gibi "Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız Ariflerin gönüllerindedir"

Dünyada olduğu gibi nihayet toprakta da insan bir gün yaşayacaktır. Önemli olan kötülüklerle anılmamak, dahası gönüllerde yaşamak, ölümsüzleşmektir yani asıl mesele isimden öte insan olabilmektir.