Bir önceki yazım “iyi insan kimdir biliyor musunuz? Tırnak içinde soruyorum bir de, “iyi insan” kimdir?” sorularıyla başlamıştı. Bu yazımın başlığında yer alan “iyilik bir ibadettir, ticaret değil” sözü bu yazının başında, ortasında ve sonunda ana tema olarak yer almaktadır.
Ayın sorudan gidelim ve düşünmeye çağıralım. “İyi insan kimdir?” Gerçekten çok yerinde bir soru. Düşünmek ve zihnimizi zorlamak gerek. İyi insan sözü çokça kullandığımız bir nitelemedir. İyi insan diye bazı insanları nitelendiririz. “İyi insandır şu kişi”, dediğimiz kişileri hangi açıdan iyi görürüz?Bunlar kritik sorular. Cevaplanması zor değildir esasında. Bu sorular düşündürücüdür. Bir de artık günümüzde kafa karışıklığı var. “Adam iyi görünmek için iyilik yapıyorsa, onu nasıl iyi sayacağız?” Bu da ilginç bir soru değil mi?
Haydi bunu da düşünün: “Adam iyi görünmek için iyilik yapıyorsa, onun iyi olması mümkün mü?”
Siz düşünedurun ben söyleyeceklerimi söyleyeyim.
Esasında insanların temel sorunları, “olduğu gibi görünmemek ve göründüğü gibi olmamaktır.”
Zaten bu temel soruna bundan 8 asır kadar önce bir büyük alimi filozof dikkat çekmiştir.
Ne diyor Hazreti Mevlana, “ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.”
İki yüzlülük çoğalmış. İnsanlar adamına göre davranışlar içindedir.
Şimdi de Ünlü Müslüman Boksör Muhammed Ali Clay’a atfedilen bir sözden hareketle iyi kimdir sözünün cevabını bulmaya çalışalım.
“Bana iyi davranan ama garsona kaba olan birine güvenmiyorum. Çünkü o pozisyonda olsaydım bana da aynı şekilde davranırdı." Burada şu hakikat gizli. İnsanlar, insanlara konumlarına, kılık kıyafetlerine, makam ve mevkilerine göre davranıyor.
Evet, şurası bir açık bir gerçek ki, insanlar herkese aynı şekilde ve “sırf insan” olduğu için eşit şekilde davranmıyor.
Bu tarihlerden beri geçerli bir durumdur.
Nasreddin Hoca’nın fıkrasının şimdi tam sırası.
Nasreddin Hoca, yaşadığı yerde, bir akşam bir ziyafet olduğunu öğrenir ve o ziyafete girmek için, önce çok pejmürde, çok eski adeta hırpani kılık seçer ve o elbise ile ziyafet mahalline gider. Kapıdakiler Nasreddin Hoca’yı o kılık kıyafet içerisinde tanımazlar ve “haydi git buradan defol, senin gibilerin yeri değil burası” diyerek kovarlar.
Nasreddin Hoca oradan kovulunca doğrudan evine gider ve bu sefer, çok güzel ve çok gösterişli kıyafetler giyerek aynı yere gider ve saygıyla karşılanır ve içeri buyur edilir. İçeride sofraya oturan Nasreddin Hoca oradakilerin huzurunda yemek tabağına kürkünün ucunu uzatarak “ye kürküm ye!” diye seslenmiş ve bu yemek senin hakkın şeklinde bir mesaj vermiştir. Yani, “ben bir insan olduğum için değil, kılık kıyafetim için değer görüyorsam, bu yemek benim hakkım değil” diyerek o sofrayı terk etmiştir.
Nasreddin Hoca bir evliyadır. Yaşadığı yıllarda, bulunduğu çevrede değeri bilinmeyen ya da çok az kimse tarafından takdir edilen bir evliyadır. Allah O’ndan razı olsun.
Evet, şimdi aynı kişiye, farklı kılık kıyafet dolayısıyla ili farklı şekilde davranılıyorsa, o ortamda iyilik yoktur. Esasında bu durum tüm toplumun genelinde yaygın bir durumdur.
Garibanları görünce adeta yüzünü ekşitenler, soğuk tavırla karşılayanlar, bir kodaman gördüklerinde “ooooooo” diyerek yaltaklananlar elbette “iyi değildir.”
Biz de bu tür hatalar işlemişsek ve insanlara farklı farklı davranmışsak, elbette Yüce Rabbimiz’den (cc) af dileriz.
Tabi bunu belirtmeyi bir görev addediyorum. İnsanoğluyuz, etten kemikteniz ve zaman zaman hata ve zafiyet içerinde olabiliyoruz. Bu hususta hata ve yanlışlıklar içindeysek, insanlara makamına, mevkiine, görevine, kılık ve kıyafetine, malına-mülküne göre değer veriyorsak, çok büyük yanlışlık ve hata içerisindeyiz. Tövbe ederek, bu yanlışlıklardan dönmeliyiz.
Evet, tekrar ediyorum: İnsanlar, insanlara yalnız insan olduğu için değer vermiyor, başka özellikleri için değer veriyor, elbisesine, kravatına, parasına, mevki ve makamına bakarak değer veriyorsak, bunlar birer kabahattir ve günahtır.
Bir de toplumda şunu gözlemliyorum. Adam yapmacık hareketlerle davranıyor. Güven vermiyor.
Öyle iyi sandığımız kişiler var ki, ağzından çıkan sözler başka içinden geçirdiği düşünceler farklı. Adam sizi gördüğünde “günaydın” diyor, tebessüm ediyor da, acaba içinden ne düşünüyor? Günaydın derken, gülümseyerek yanınızdan geçerken “bu adamı da hiç sevmem” diye içinden düşünüyorsa, o adamı nasıl iyi adam diyeceksiniz? Böyle bir adama “içten pazarlıklı” diyebiliriz.
Bir iş takibi için bir kuruma ziyarete giderken yanında hediye paketleri ile gidip oradaki görevlilere ikramda bulunan kişi ne kadar iyidir? Ya da iyi midir? O kişinin o hediyeleri götürmekteki maksadı işinin görülmesi mi, yoksa oradaki görevlilere ikramda bulunmak mı, ya da her ikisi birden mi? Yani benim işimi yerine getiren bu insanlara “çam sakızı çoban armağanı” kabilinden iyilikte bulunmak mıdır?
Gerçekten bunları ayrı ayrı zihnimizde değerlendirmek ve bir karara varmak gerekir.
Bir de sevgi konusu var. Adam “filanca kişiyi seviyorum, çok iyi insan” diyor. Bakıyorsun “sevgisinin nedeni, tamamen menfaat.” Şimdi o sevgi, güvenilir ve makbul bir sevgi midir.
Sen menfaatsiz bir şekilde tüm insanları ve tüm varlıkları sevebiliyor musun? Mühim olan budur.
Sözü uzatmayalım.
İyi insan, “insana sırf insan olduğu için değer verendir.” İyi insan, “tüm yaratılmışları sırf Yaradan hatırına sevendir.”
Ne diyor Yunus Emre;
“Yaratılanı severim, Yaradan'dan ötürü.”
Evet, bu kadar açık ve net.
Esasında çok da düşünmeye gerek yok.
İnsanlara insan olarak bakmak ve onları yalnız insan olarak görmek.
Cinsiyetine-cibilliyetine, malına-mülküne, boyuna-posuna, gözüne-kaşına, kılık-kıyafetine” göre değil de, her şeyden önce “insanlığına bakarak değer vermek” şarttır.
İnsanlığına bakarak derken elbette sırf insan olması anlaşıldığı gibi, karakter ve davranış olarak düzgün insana, elbette iyi davranmak da anlaşılabilir. Gerçekten de “iyilere iyi davranmak” en doğru olandır. Tabi, kişi “iyi insan değilse” de yine de ıslah olması için “iyi davranmak” gerekir. Yani kimseyi dışlamamak gerekir.
Yazımın sonunda Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin şu sözüne yer veriyorum: “İyilik, ticaret değildir. Allah rızası için yapılır ve unutulur.”