Bağdat’ta yaşayan bir genç, kendisine kalan mirası hızla tüketti. Elde avuçta bir şey kalmayınca başladı yalvarıp yakarmaya, dua etmeye. Aradan hayli zaman geçti. Hazinenin Mısır’daki yerini bir gece rüyasında gördü. Vakit kaybetmeden düştü yollara.
Hayli zor yollardan geçip, tehlikeler atlattıktan sonra Mısır’a ulaştı. Başladı rüyasındaki gördüğü yeri aramaya. Elinde avucunda karnını doyuracak para kalmayınca, çaresiz gündüz utandığı için geceleri dilenmeye karar verdi. Daha ilk geceden bekçiye yakalandı, rüyasının peşine takılan genç adam. Bekçi genç adamı hayli sorgudan geçirdiyse de istediği cevabı alamadı. Ama sonunda Bağdat’lı genç, gördüğü rüya üzerine buraya geldiğini, çok aç olduğunu, karnını doyurmak için güç bela dilenmeye karar verdiğini söyler bekçiye. Bekçi gencin haline acıyıp, babacan tavırla; “bir rüyaya inanıp buralara gelmenin yanlış olduğunu” söyler.
Kendisinin de yıllardır aynı rüyada, Bağdatta, falan mahallede, filan camii yanındaki bir evin bahçesindeki hazineyi gördüğünü söyleyip, - ne yani ben de senin gibi “delilik yapıp” Bağdatın yolunu mu tutsaydım der. O sırada genç adam, bekçinin tarif ettiği evin kendi evinin bahçesi olduğunu anlar. Bekçi,genç adamı kovalar, memleketine gitmesi için bağırıp çağırır. Genç adam gerisin geriye memleketine döner, dönerken de Allah’a ve Allah’ın işine olan hayranlığı ve hayreti artar: Evinin bahçesindeki hazine dünyada iki kişiye iki farklı yerde gösterilir de, rüyasının ardına düşen genç bu işten kazançlı çıkar.
(* Cengiz Erşahin, Bilgelik Öyküleri, Tutku Yayınları, 2009, Öykü her anlatıcı gibi özetlenerek ve işave edilerek burada aktarılmıştır.)
…
Gönüllü olup, gönlünü toplumun çok da farkında olmadığı bir konuyu düzeltmek için meşgul eden, harekete geçen, başkalarını yaşadığı sorunu dert edinen (diğergamlık), bunun çözümü için çaba gösteren nice yüce gönüllülere selam olsun.
….
İster bireysel ister kurumsal (örgütlü) yapılar içinde (dernek ve vakıflarda) başkalarının sorununun çözümüne kafa yoran, harekete geçen gönül insanlarının yaptıkları bu çaba, kimileri tarafından çoğu zaman “delilik” mertebesinde “beyhude bir çaba” gibi görülse de, bu alanda emek veren herkes bilir ki, “karınca misali” yangının söndürülmesine su taşıyıp, tarafını belli etmek ne yüce bir duygudur.
…
Sivil toplum dünyasının ilk basmağı da son basamağı da “GÖNÜLLÜ” olmaktır. Gönülden bağlı olduğunuz şeye “İNANÇ”, “İDDİA” ve “TUTKU” durumunuz, toplumdaki herkesi yakından etkiler. İnandığınız şeyin ardından gidiyorsanız, ilgilendiğiniz alana ilişkin bir iddianız varsa, inandığınız ve iddia ettiğiniz şeye tutkuyla bağlı iseniz, kitleleri arkanıza destek için alabilirsiniz.
…
Medeniyet inşaası ve toplumların ihyası sadece, devletlerin görevi değildir. Toplum kendi içerisinde, zamanla, kuşaktan kuşağa aktarıp, ille de “kökleşerek” içinde büyüdüğü medeniyeti geliştirir. Medeniyet günümüzde insani gelişmişlik ölçütlerinden pek çoğunu içerisinde barındırır. Hem ahlaki ve etik değerleri içerir hem de kurumsal yapılar kurar. Türk ve İslam Medeniyeti içerisinde insani alanlar yani sosyal alan ağırlıklı olarak “vakıflar eliyle” yürütülmüştür. Savaş ve göçler bile bundan istisna olmamıştır.
…
Günümüzde gönüllülüğü yeniden hatırlamak, yaşatmak ve geliştirmek mecburiyetindeyiz. Medeniyetin inşaa ve ihyası için, proje fon sağlayıcılarının aktaracağı maddi kaynaklar bu işin adeta küçük bir parçası olmalıdır. Diğergamlıkduygusuyla hareket edip, kırmadan dökmeden, insan onurunu incitmeden, veren elin üstünlüğünü diğer ele hissettirmeden, ihtiyaç sahibinin sadece ihtiyacı kadarını aldığı bir toplumu yeniden inşaa etmek, medeniyetmizi ihya etmek ve yaşatmak hepimizin görevi olsa gerek.
…
Gönülden gönüle yol vardır…
Dr. Özcan KARS / @ drozcankars
2 Ocak 2025 / 18:07