Tohumlar her coğrafya ve iklimde yeşerip mahsul veremez ki!
Tohumlar değişik türlerde kendine özgü bir tarz ile neşvünema bulur bu alemde. Kimileri de zor şartlara rağmen bir Kardelen olarak numenedir bu hayatta. Hem tohumların hayat bulup mahsul vermesi için sadece coğrafya ve iklim de yeterli mi acaba?
İnançlı bir şekilde yürümeye başlanılan bu yolculukta tohumu tanıyarak tercih etmek ilk adımdır. Tohumun hayat bulabileceği iyi bir coğrafya ve iklim tercihi de ikinci adımdır. Tabii ki önemli bir diğer adım da bakım, koruma, besin, çevre şartları ve zararlı haşere türü şeylerle mücadele edebilmektir.
Can suyu ile umuda başlar ilk hayat yolculuğu. Gübreler, ilaçlar, vitaminler ile direnç kazanarak daha güçlüdür bu yolda tohum. Ve uzun süren yolculuğun ilk molasında yeryüzü ile tanışma sonrası belli dönemlerden geçerek fide, fidan gibi isimlerle değişimlerle gelişir, değişir tohum. Kolay mı öyle hayatın bütün zorluklarına rağmen ayakta kalabilmek, üstelik meyve vermek?
Bu yol dikenli ve virajlı bir yol. Bakımsızlık, sıcak, soğuk, zarar verme ile düşüp kalkarak da olsa inatla dirençli bir şekilde hayatta var olabilmek önemlidir elbette. Burada çiftçiye düşen tarlayı sürmek, ilaçlamak, her türlü bakımını yapmak ve olumsuzluklara karşı tedbir alabilmek. Sonrası, takdir, teslimiyet ve rızadır.
Her tohum toprakla buluştuktan sonra filizlenir mi, her filiz toprak üzerine çıktıktan sonra yaşar mı, meyve verir mi?
Kimi tohumlar sadece görüntüde kalır istenilen ürünü vermezler, kimileri de ürünün kendine has rengi, tadı, kokusu ile huzur verir insanoğluna.
Evet insan da tohum, filiz, fidan, çiçek misali gibidir. Nasıl bir benzerlik var ki tohum, bitki ile insan arasında?
İnsanoğlu neden arzu edilen meyveyi vermiyor, ya da arzu edilen düzeyde meyveler tat vermiyor ki?
İnsanoğlundaki bu açlık, susuzluk, kin, öfke, fırtına, gerginlik, kavga, huzursuzluk, savaş, ölüm neden?
Gözler neden ağlamıyor, kalpler neden sevgi ve şefkate kapılarını kapatmış?
Neden insan kendi dışındaki insanların sıkıntılarına kapılarını kapatır olmuş, sevgisini dar çevrede paylaşır olmuş; vefa revirde can çekişir, insanlık türünün son örnekleri ile hayat mücadelesi veriyor hale gelmiş acaba?
Bu gariplikler, vurdumduymazlıklar, ölümsüzmüşçesine hırslar ve ben merkezli yaklaşımlar niye?
Yüreklerin, akılların kaldıramayacağı manzaralar karşısındaki “ben tok olayım başkası acından ölsün, bana karışmayan yılan bin yaşasın” mantığı ile yalnızlaşma ile kabuğuna çekilen bencil insan, teknolojinin kurgusu ötesinde duyguları ile yok olmuş…
Varlıklar içerisinde yokluklar çektiğinin, bir noktada kuruduğunun neden farkında değil insanoğlu?
Binlerce fidanımız sevgisizlikten mi bilinmez neden solgun ve bitkin ki?
“… Yunus Emreler, Mevlanalar, Hacı Bektaş-ı Veliler... bu topraklardan yetişti. Artık niye bir Yunus bir Mevlâna bir Hacı Bayram-ı Veli, bir İbn-i Sina, bir Ali Kuşçu... çıkartamıyoruz. Bu topraklar aynı topraklar, ama değişen bir şeyler var ki bu topraklar verimsiz çorak hale geldi...
Bir de herkes örnek vererek birisini bekliyor ama o özellikli biri olmak için gayret sarf etmiyor. Mesela herkes adalet adına bir Ömer olamaz mı ki Ömer’i bekliyor?
Değişen ne acaba, topraklar mı, yoksa insanlık mı?