Tarihi okumak, tarihi ve tarihtekileri anlamak, tarihle barışmak, kendini bilmek ve tarih yazmak. Bugünden maziye uzanarak yaşanılması istenmeyen atiden kurtulmak.

​Öyle bir tarih okumak ki çocuk, yaşlı demeden hunharca vahşet işleyenlerin yüzüne bir Osmanlı tokadı vururcasına can düşmanı ile savaşırken bile “Çocuğa, kadına, yaşlıya hatta yeşile ve diğer canlılara zarar vermekten askerini alıkoyan” savaş sonrası da herkese kendi inancı ile yaşama hürriyeti veren dünya devletlerine insanlık dersi veren bir tarihi okumak.

​Öyle bir tarih okumak ki bir lider olarak gayr-ı müslim biriyle aynı şartlarda mahkemede yargılanmayı kabul etmek. Öyle bir tarih okumak ki kuruluşu ile Osmanlı’ya zemin hazırlayan Selçuklunun insanlık tarlasına uğrayarak, oradan tarihi sadece kılıçla kazanılan bir zafer kabul etmeyen şanlı ve bahtlı Osmanlı’nın belki de her sahifesini okuyabilmek. Bitmedi...

​Öyle bir tarih okumak ki birkaç kişi ile başlayan, samimiyetle düşmanın yüzüne tokat vuran bir kurtuluş başlatarak “Ya İstiklal Ya Ölüm Diyen” bir milletin tarihinin her karesini, İstiklal Savaşı öncesi hazırlıkları, İstiklal savaşını ve sonrasını okuyabilmek. Samsun’u, Erzurum’u, Amasya’yı, Ankara’yı, Ege’yi ve İzmir’i, İstanbul’u, Antep’i, Maraşı; Urfa’yı, Sakarya’yı, Bedrin Aslanları Çanakkale’yi… Okuyabilmek. Bilinen tarih yazan Gazilerin, Kahramanların ötesinde okumadığımız, unuttuğumuz belki de haberimizin olmadığı isimleri ile yaşayan Şehit Kamilleri, Şahin Beyleri, Çanakkale’deki Liseli Genç Şehitleri, Antep savunmasında Kebapçı Said Ağa'nın oğlu küçük Mehmet’i, Şahin Bey'in oğlu Hayri’yi, Şehit Yolağası'nın oğlu Mehmet Ali’yi, Arzuhalci Ali Efendi'nin Oğlu İsmail gibi on bir –on iki yaşlarındaki çocukların vatan için yaptıklarını okuyabilmek.Vatanperver bu çocuklar milis kuvvetlerinin içinde diğer Kuva-i Milliyeciler gibi silahlı olup, yeri geldiğinde çatışmalara katılmışlar ve çoğu zaman da çocukluklarının gölgelerinde istihbarat hizmetlerinde bulunmuşlardır. Ya İstiklal Savaşındaki annelerimizin tarihini okumak hangi yürekleri heyecanlandırmaz ki…

Kurtuluş Savaşı’nda ölüme kucağındaki bebekle koşan analarımız, eşinin yanında veya arkasında savaşan binlerce asker kadınlarımız! Hani “evi dişi kuş yapar” ya!Cumhuriyetin kuruluşundaki annelerimizin payı hiç yabana atılır mı? Millî Mücadele’deki isimsiz binlerce annemizi rahmetle anarak onlardan birkaç tanesini yad etmek istiyorum.

Evet. Öyle bir tarih okumak ki… Mitinglere katılıp ateşli konuşmalar yapan Halide Edip Adıvar’ın çabalarını, orduya destek için yaptığı ekonomik mücadeleyi; Balkan Harbi’ne,Kafkas Cephesi’ne, Sakarya ve Başkomutanlık Muhaberelerine katılan ve üsteğmenlik rütbesine kadar yükselen Kara Fatma’yı(Fatma Seher’i), iki oğlunu Yunanlılara şehit vermesine rağmen İnönü Savaşlarına,Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılan Ayşe Ana’yı,
"Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerde sürünmekten utanmıyor musunuz?" diyerek Adana’yı şahlandıran Tayyare Rahmiye’yi, Malhun Hatunları ve diğerlerini öyle bir okumak ki...

Bu millet için vanan ve bayrak çok önemli bir semboldür. Öyle ki yemekten ve içmekten de öte.  Ülkenin, etrafını felaket ve karanlığın sardığı zor günlerde bu necip milletümidini hiçbir zaman yitirmeyerek kınalı kuzularını vatana uğrunda yetiştirerek “Annem beni yetiştirdi bu vatana yolladı, sütüm sana helal etmem saldırmazsan vatana” marşları ile ölüme koşar adım gitmişler, ayrılık tohumlarına karşı da sırt sırta et ve tırnak misali kenetlenmişlerdir. O zamanlarda da bazı güçler içte hile ve kalleşliklerine alet birilerini bulmuşlardır. Tıpkı PKK olaylarında olduğu gibi. Bu milletin içerisinde her zaman için kahraman askerler, evlatlar ve anneler yetişmiştir ve yetişmeye de devam edecektir. Çünkü bu millet doğuştan askerdir ve Mehmetçik’tir. Ve bu milletin içerisinde de en az savaşan askerler kadar da Akifler çıkmıştır ve çıkacaktır da. En zor zamanlarda Akif’in “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!” şeklindeki haykırışı kulaklarda ve yüreklerde yaşayarak sönmez bir ateş misaligünümüzde de var olma meşalesi sönmeyecektir.

Tarihi okumak ve anlamak. Tarihle yüzleşmek. Tarihi ve tarihtekileri doğru öğrenmek. Hani tarihimizi bize bir zamanlar “Kızıl Sultan, Vatan Haini Padişahlar, Deli Padişahlar, Ajanlar…” şeklinde öğretirlerdi ya. İşte tarihidoğru bir şekilde öğrenmek.

Dünya var oldukça iyi ile kötü, doğru ile yanlış, savaş ile barış hep mücadele edecektir. Kin, bölücü ve fitne tohumları da farklı şekillerde kendini gösterecektir. Değişik kaynaklara göre 1975’te Lübnan’da veya 1978’te Suriye’de kurulan kukla, gözü dönmüş, dış güçlerin kontrolündeki Terör Örgütü PKK, insanlıktan nasibini almamış olacak ki 1978’li yıllarda Diyarbakır’da örgütlenerek 1980’li yıllarda eylemlerine hız vermiş ve yanılmıyorsam 1984 yılında da Şemdinli de verdiğimiz ilk şehitle vahşetlerini hızlandırmışlardır. Oysa bu millet yüz yıllardır birçok ırkla, hatta farklı milletlere ve dinlere mensup olanlarla kardeş kardeşe yaşamıştır. Ne demeli! Bunlara Akif’ten alıntılarla cevap vermeli;

 

Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize?
Arnavutlukta, Araplıkta bu millet yürümez... Son siyasetse bu! hiç böyle siyaset yürümez!
Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan; Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.
Siz bu davada iken yoksa iyazu-billâh, Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah.
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.
        Evet, zalimler, eli kanlılar, katiller ve onların işbirlikçileri kardeşi kardeşe düşüremeyecek ve kazdığı kuyuya kendileri düşecektir. Ateş düştüğü yeri yaktığına göre semavatı inleten annelerin, eşlerin, yavruların, yetimlerin nidaları bir gün geri dönen kurşun olarak hedef saptıracaktır. Bunlar yine Akif’in lisanı ile alıntılarla seslenmek gerek herhalde;

 

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir aşıkım istiklale,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum! Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...

Terör Örgütünün zulümleri maalesef yürekleri yakıyor. Ülkenin her kesimindeki mitingler, nefretler de çığ gibi. Elbette ki Türkiye barıştan yana ama Türkiye İstiklale, bağımsızlığa aşık.  Türkiye’nin itidalli, olması da korkaklık olarak algılanmamalı. Çünkü bu ordu yaptıkları ile adaletin, huzurun ve barışın teminatı. Dalga dalga gelen tepkilerde sıra Elazığ’da.

​Elâzığ dünden bugüne hep önem arz eden bir il. Alzi, Harput, Elaziz isimleri ile tarih adına hep güzel sayfalar vardır tarih sayfalarında. Terörün en hızlı olduğu seksen- doksanlı yıllarda bile hep huzur adası olmuş ve devletin yanında yer allan yapısı ile kendinden övgüyle söz ettirmiştir Elâzığ. Çünkü Elâzığ dünü ile birçok medeniyetin ayak izlerini taşıyor. Barış, kardeşlik, birlik çağrıları yükseliyor Elazığ’dan.Kurtuluş Savaşında Yunanlıların korkulu rüyası olan Harputlu Yüzbaşı Şekip Efendi (Altıntaş) ve I. Dünya Savaşında birçokcephede savaşan Çanakkale gazisi Albay Hulusi Yahyagil düne ait tarihi süsleyen Elazizlilere örnek kişiler. PKK Terörüne de hiçbir zaman geçit vermeyen ve PKK 'yı her defasında lanetleyen Elâzığ…

​Orada olamazsak da birçok kişi orada olmazsa da gönüller mitinginizde sizinle. Şehitler ve Aileleri de gönülden sizinle. Terörü ve işbirlikçilerini nefretle kınıyoruz.

​Terörü nefretle kınayacağız ama isabetli karar ve çok yönlü çalışmalarımızı ihmal etmeyeceğiz elbette…

 

[email protected]