Hayatı farklıydı, ölümü de farklı oldu. Üstelik elli beş yıla sığdırılan ölümsüz eserleri ölümünden sonra dünyada ebediyete kadar yaşayacak herkese nasip olmayan mirasıydı.

Daha birkaç gün önce 12.03.2009 tarihinde yine bu Köşemde Tercüman-ı Hal adlı yazı sanki O’nu tarif etmişti. Tevafuka bakın ki konu ölüm sonrası kullanılan keşkeler, farklı kişiliklerin belli bir zamanla sınırlandırılamayacağı, defosuz olmazsa olmaz bir hayat, Mehmet Akif Ersoy ve bu vatana hizmette miraslar bırakanların vakur hayatları, duruşları acizane ele alınmıştı.

Ve sanki O’nu anlatıyordu şu cümleler; “İnsanlar kaybedildikten sonra, bir daha geri dönme ihtimalinin olmadığı durumlarda, çoğunlukla da insanlar öldükten sonra anlaşılıyorlar ve geride kalanlar keşke ile başlayan cümleleri daha sık kullanıyorlar. 

Ve gidenler, ölenler hayatta kalanlara öyle bir miras bırakıyorlar ki ölseler bile aranıyor ve kurtuluş vesilesi oluyorlar. Öyleyse hayatta silinmeyecek kişilik ve eserlerle beraber öldükten sonra yaşıyormuş gibi bedenen ölse bile yapılanlar, eserler, miraslarla asıl ölümsüzdür insan. 

Bir kişilik ki ölse bile geride samimiyet, dürüstlük, doğruluk, şefkat rüzgârlarının esintilerinde insanlık sarayı ufuklar ötesinde seyahat ediyor, bir kişilik ki -benden içerü- gerçek benin güzelliklerinde benlik, kibir kendine yaşayacak yer bulamıyor; bir kişilik ki yokluklar içerisinde kanaatkârlıklar ve fedakârlıklarla benden öte biz diyerek önce vatan, millet, bayrak, tabi ki olmazsa olmaz illa da hürriyet, hürriyet diyor. Bir kişilik ki şekilden öte insanlık kötülere ve kötülüklere yaşam hakkı vermiyor. Bir kişilik ki…”

Yazının devamı hayatta olmazsa olmaz vakur hayatı, Mehmet Akif Ersoy ve tarihin eskimezlerini anlatıyordu. Gelin görün ki O, en çok ziyaret ettiği, bunaldığında nefes aldığı bildik mekân Taceddin Sultan’a ve Mehmet Akif Ersoy’a komşu oldu. Düğün Merasiminin yapıldığı Kocatepe’de yüz binler yine O’nun için bir araya geldi.

Kendileri takdire hakikaten layık biri. Böyle kişilikli birine de ancak hak ettiği değer takdim edilir. Tercüman-ı Hal adlı köşe yazımı O’na takdim ediyorum, hediye ediyorum.

Hani dedik ya kişi kaybedildiğinde değeri anlaşılıyor diye. Tevazu, samimiyet, dürüstlük, fedakârlık, vefa, haysiyet, muhabbet… O’nun diğer adları, vasıflarıydı. O, ilkeli olduğu kadar, tavizsiz ve kaderine de razı biriydi. “Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiçbirimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur.” sözü dünyanın bütün menfaatlerine bir tokat vurarak haysiyet makamının en yüce makam olduğunu anlatıyor gibiydi.


Başkan, Abi, Kutup Yıldızı, Türk Dünyasının Lideri kendilerinin diğer sıfatlarıydı. Ama O’nu sadece bir dünya ile farklı tutmak da ölümünde görüldüğü gibi bir haksızlık olur herhalde. Çünkü O’nun ölümünde farklı dünyalar vardı, çünkü O’nun ölümünü dünyalar geç anlamıştı geç!

Abi kelimesinin sınırlı sayıda yakıştığı ender kişilerden, siyasilerden biri de Muhsin Abiydi. Kaç siyasiye, politikacıya, iş adamına gönül rahatlığıyla abi denilebilir, ya da kaç kişi bu hitabınızdan rahatsız olmaz ki? Ne sıcak ve samimi bir ifade Abi, Muhsin Abi…

Garip biriydi Muhsin Abi. “Yahu sana mı kaldı, makamını yükselt, boş ver, çıkarlarını en üst derecede koru, sen güçlü ol başkası sana ne…” gibi ifadeler Muhsin Abi’nin lügatinde yoktu. 

Muhsin Başkan; çilenin, fedakarlığın, paylaşmanın adresiydi. Bir o kadar vatanperverdi ki sebepsiz olarak Mamak’ta yıllarca bedel ödedi. Mamak, Muhsin Başkan’ın aklından hiç çıkaramayacağı, belki de hayatının anlamlı tohumlarının atıldığı Medrese-i Yusifiye’ydi.

Gözleri bağlı olarak getirildiği Mamak’ta yirmi altı gün ağır işkenceler yapıldı Kendilerine. Bitmedi… Aparatlarla kendisine her gün saatlerce verilen elektrikler, kalasa bağlanarak tavana asılarak darplar, elektrikten parmak uçlarını yakmalar, dayaktan ayakaltlarını pişirmeler, başında darbelerle açılan derin yaralar, moraran bedenler… Kendilerinin ve arkadaşlarının anlattıkları kayıtlara geçmeyen bin bir türlü işkenceler. Beş buçuk yılı tek kişilik hücrede olmak üzere, tam yedi buçuk yıl cezaevinde kalmasına rağmen vatanına küsmemiş, geride hapishanede kalan arkadaşları olduğundan tahliyesine, özgürlüğüne bile sevinememişti. Yedi buçuk yıl eziyet karşısındaki üç yüz elli hatim de teslimiyetin en güzel örneği.

Sen ki daha cazip imkanlar, şartlar varken gençlere verdiğin önemden olacak ki koşarak geldin üniversite gençliğinin arasına. Hele hele değişik hesapların yapıldığı 28 Şubat Döneminde hiçbir çıkar peşinden koşmadan “sayının ne önemi var önemli olanın keyfiyettir, kalitedir” sözünü adeta hatırlattın bize. Kim bilir hangi gerçekleri içine atarak hüznünü belli etmedin. Düşünsenize kaç kişi siyasetle uğraşıp da ilkelerinden taviz vermez ki? Parmakla sayılır senin gibiler.

Çok garip biriydin. Makamı, serveti pazarlık konusu yapmadın. Olgun olduğun kadar aynı zamanda ideallerin vardı Büyük Başkan. Hem de hiçbir şey karşısında feda etmeyeceğin ideallerin. Hayatı garip, ölümü de bir o kadar garipti Muhabbet Fedaisini!

Kaza süsü verilmiş senaryolara, anlamsız engellemelerin ölümüne kurban gitmedin. Belki birçok çözümlenmemiş sorularla aramızdan ayrıldın ama, ölümün bile farklıydı Muhsin Abi. Ta zirvede, bembeyaz, tertemiz, uzaklarda canını Canana, Ruhunu Rahmana teslim ettin.

Gül, Senin sembolündü, Büyük Birlik de idealin. Seni hayattayken anlamayanlar, öldükten sonra anlamaya başladılar; gülün etrafında büyük birlik örneği sergilediler. Fazla söze ne hacet. Hayatı, güzel sözleri çok iyi anlatıyor O’nu. Öyle ki Kendilerini anlamada ve anlatmada çok ama çok zorlanıyorum. Seni tarifteki acziyet ve eksiklikten helallik istiyorum, hoşgörüne sığınıyorum Gönül Adamı.

“Huzur dolu içimde Ben sonsuzluğu düşünüyorum. Ey sonsuzluğun sahibi, Sana ulaşmak istiyorum.” dedi ve yüz binlerin yalnız bırakmadığı anlamlı bir kalabalıkla Medine’den, Kosova’dan, Sivas’tan ve çevre illerden gelen topraklarla, güller içerisinden tebdili mekanla aramızdan ayrıldı Muhsin Abi.

Ve bir yıldız daha kaydı aramızdan.

“Şimdi biz üşüyoruz” diyordu sana gönül verenler. Böyle bir ölüme hiç ağlanır mı? Ruhun şad, makamın Cennet olsun Muhsin Abi…

… Vefat tarihi 25 Mart 2009… Vefatından tam koskoca on beş yıl geçti. Resmi olarak vefatına neden olan kirli eller, gönüller bulunamadı, ya da açıklanmadı. Ama Sen meçhule gitmedin; geride hoş bir sada, ölümsüz eser bıraktın ve Sen İdareci ve Bürokratlar Birliğinin, Kalemin hep ifade ettiği gibi Sen şekilden öte insansın, bedenen ölsen de eserlerinle yaşıyorsun. Çünkü şehitler ölmez…   

Bir eserle eserini ölümsüzleştirebilmek temennisiyle…