Osmanlının  son dönemlerinden başlayarak maalesef kayda değer oranda batı hayranlığı gün yüzüne çıkmaya başlamış ve bu durum, düşünce dünyamıza, giyim tarzımıza, mimarimize, ideallerimize, ahlaki yapımıza, eğitim sistemimize, sanatımıza, edebiyatımıza, askeriyemize, ticaretimize, spor tarzımıza, kültürümüze velhasıl tüm hayatımıza sirayet etmiştir.

Aslında çöküş de bu süreçle başlamıştır. Zira toplumları ayakta tutan içinde bulundukları zenginlik, refah, lüks, teknoloji, bilim ya da askeriyeleri değil tam aksine tüm bu mekanizmaları ayakta tutmaya yarayan ahlaki kültür kodlarıdır. 

Çünkü tüm mekanizmanın sağlam olarak ayakta kalmasını sağlayan temel güç bireylerin dolayısıyla toplumların ahlaki yapılarıdır. Bireyler ahlaki düşünce ve davranış kalıplarını yitirmeye başladıklarında, onlar için değer yargılarının önemi kalmamakta ve zaman içinde toplumu, devletleri ayakta tutan tüm görünmeyen zenginlik (ahlaki-kültürel) yitirilmektedir. Bireyler, toplum ve devlet için vazgeçilmez olan her şeyden rahatça vazgeçebilmekte, görünmeyen ama milletleri devletleri ayakta tutan zenginliğe karşı ihanet içine girebilmektedirler.  Bazen bu dillerini terk ederek, dinlerine sırt çevirip küfür ederek, topraklarını satarak, sık sık ülkenin sırlarını ifşa ederek, ekonomik zenginliklerini peşkeş çekerek, yeraltı zenginliklerinin sömürülmesi sağlanarak, bazen milletin biyolojik/kan kodlarını servis ederek, sık sıkta kelimelerin kifayetsiz kalacağı ama ahlakını yitirmişlerin yapabileceği yüzlerce ihanet gerçekleşebilmektedir.  Daha da kötüsü bu bozulma bireylerin genetik kodlarını değiştirmekte ve nesillere aktarılarak; değiştirilmesi bazen imkansız vakalara dönüşmektedir. Maalesef ülkemizde beyaz Türkler! bu kategorinin canlı örnekleridir. Geçmişte dedelerinin ve bugün bizzat onların yaptıklarına baktığımızda bunu görebilmekteyiz…

Çin Seddinin inşa edilme sebeplerine tarihi kaynaklar ışığında baktığımızda; özellikle Türklerin ve diğer düşmanların ülkelerine girmelerini engellemektir…Fakat ne oluyor; dünyada eşi benzeri görülmemiş sağlamlıkta, ihtişamda, büyüklükte, uzunlukta, yükseklikteki Çin Seddine düşman girmeye eskisinden de fazla bir oranda devam ediyor… Çinliler bu durumun şaşkınlığını yaşarken, sebeplerini öğrenmeye çalışıyorlar ve kısa zamanda buldukları sonuç ürkütücü ve konumuzla direk alakalı; nöbetçilerin rüşvet alarak içeri geçişlere izin verdikleri gerçeğidir. İşte istediğiniz kadar teknolojinin farklı imkanlarına sahip olun, eğer ahlaklı insana sahip değilseniz çöküyorsunuz.  Dünya kadar zenginliğe sahip bir babanın ahlaklı bir evlat yetiştirememesi sonucu, babanın ölümünden çok kısa bir süre sonra, hatta bazen baba yaşarken ahlaksız evladın tüm zenginlikleri batırdığı, çarçur ettiği, bitirdiği gerçeği değil midir?

İşte Osmanlı ile başlayan, Cumhuriyet ile devam eden Batıya gönderilen öğrencilerin batının teknolojisini, aklını! bilimini, eğitim sistemini, kültürünü analiz edip; iyi ve kötü yönlerini ayıklayarak kendi milletine ve devletine katkı sunma projeleri çoğunlukla akamete uğramıştır. Gidenlerin büyük bir çoğunluğu batı kültürüne öykünmüş, batı kültürünü özümsemiş, batı kültürünü kutsamış, çocuklarını o kültüre göre yetiştirmiş ve nihayetinde aşağılık kompleksinin vermiş olduğu hırsla, kinle bırakın ülkelerine dönüp katkı sunmayı, çoğunluğu ülke, millet düşmanı olmuş ve yapabildiği birçok hainliği de yapmışlardır. Batı da bundan keyif alarak yararlanmıştır.  

Fakat son yarım asırda eğitim seviyesi düşük, ekonomik kaygılarla batıya gitmiş, sosyo-kültürel seviyesi de mütevazı ve fakat Anadolu irfanını yitirmemiş bir kesim bulunmaktadır. Bu insanlar Anadolu’nun bağrından çıkmış ekmek parasına batı diyarında, dini ve etnik kökenini de muhafaza etmeye çalışarak, kültürel emperyalizme asgari düzeyde maruz kalarak, çocuklarını da bu bilinçle yetiştirmeye çalışmışlardır. Kendileri ezilerek en ağır, zor ve riskli işlerde çalışmak zorunda kalırken; çocuklarını mühendis , doktor, siyasetçi, hukukçu, esnaf, ekonomist, akademisyen ve bazılarını da sporcu olarak yetiştirmişlerdir. Tüm bunları yaparken kendi ezilmişliklerini, aşağılanmalarını, dışlanmalarını, onlara karşı yapılan ırkçılığı bir kenara not etmiş ve çocukları iyi yerlere gelince bu geçmişi unutmamaları için onları bilinçlendirmişlerdir.  Bu bilinçlendirme de onların dini referansları, dilleri, etnik kökenleri, öz vatanları, tarihleri, kültürleri üzerinden olmuştur.  Elbette aileler tarafından bunlar yapılırken, bu çalışmaların yalnız başına yeterli olamayacağı ve dolayısıyla kendi kurdukları derneklerle/vakıflarla/organizasyonlarla ve bu kuruluşlarda çalışan gönül erlerinin, modern alperenlerin, samimi dava adamlarının, gece gündüz karşılık beklemeden yaptıkları çalışmalarla çocuklarımız bu günlere gelmişlerdir. Bu insanların hakkını teslim etmek gerekmektedir. 

Bunun yanında özellikle son 20 yılı aşkın süredir gurbetteki insanına farklı kurumları aracılığı ile sahip çıkan devletin çabaları göz ardı edilmemelidir. Bu anlamda diyanet ve diyanetle paydaş olarak çalışan kurumları da anmadan geçemeyiz. Bu kurumlar kültürel emperyalizme maruz kalmamaları için, dillerini, dinlerini, kültürlerini, etnik kökenlerini diri olarak yaşatmaları noktasında çalışmışlardır. Sonuçta bugün adına #bizimçocuklar dediğimiz ve batının tüm imkanlarını kullanarak sporda özellikle futbolda muhteşem bir jenerasyon yakalamamızı sağlamışlardır. Bu çocuklar batının eğitim sisteminden geçmiş, birkaç dil bilen, sportif anlamda batının altyapısını tekniğini taktiğini, mantalitesini kavramış, büyük takımların altyapılarında sağlam ve disiplinli spor kültürünü özümsemiş, batı kültürünün yanı sıra kendi kültürüne ve en önemlisi inanç yapısına sahip pırlanta çocuklarımızdır.  Evet onları kendi silahlarıyla spor alanında vurmayı başarmışızdır…

Bizim çocuklar Batıda yetişmenin verdiği rahatlık ve özgürlükle inançlarının gereğini yerine getirmeye çalışırken, spor arenasında da, gücün gösterildiği, arka planda inançların, kültürlerin savaştığı bu arenada da dini ve milli motiflerle mesaj vermeyi ihmal etmemektedirler. Ülkemiz ilgili kurumlarıyla bizim çocuklara ulaşmalı ve zamanında yapılacak tespitlerle ülkemiz sporuna milli takımlarına kazandırılmalı ve hakkı olan ürünü zamanı gelince toplamalıdır.  Son Avrupa Şampiyonası bunun tipik bir örneğidir.  Ayrıca bu çocuklarımız farklı kulüplere yaptıkları transferlerle ekonomik anlamda da muazzam güce sahip olmaktadırlar.  Hatta transfer süreçlerinde bile devletin gizli eli bu gençlerimizi stratejik anlamda yönlendirmeli ve doğru adımları atmaları sağlanmalıdır. Öte yandan gençlerimizin ülkemize yatırım yapmaları teşvik edilmeli ve hem ülkemiz ve kültürümüzle bağları sağlamlaştırılmalı, ayrıca yapacakları yatırımlarla içerideki çocuklarımızın yetişmesine destek olmaları teşvik edilmeli,  hem de ilgili yatırımlar sayesinde ülkenin bütünsel anlamda kalkınmasına iştirak etmelidirler.  Bu organik bağlarla gençlerimizin ata toprağına olan aidiyetleri daha da güçlenecektir.