Özellikle kıta avrupası olmak üzere dünyanın bir çok ülkesini gezme fırsatım oldu ve aynı ülkelere defalarca gittim ve farklı kültürleri gördüm, lakin beni bu kadar etkileyen, bu kadar şaşırtan, beni çağlar öncesine götüren bir ülkeye ilk kez gitmiş bulunmaktayım.
Gezmeyi sevenler içinde özellikle Fas’ı ziyaret etmenizi tavsiye ederim.
Tabi bu kadar şaşırmamın temel sebeplerinden bir tanesi de, gitmeden önceki bölgeyle ilgili önceden oluşmuş bilinçaltı, düşüncelerim, beklentilerim ve tüm bunların dışında gördüklerim olabilir...
Fas’a haftanın farklı günlerinde hem İstanbul’dan hem Antalya’dan farklı hava yolları uçuyor.
Sabahın erken saatlerinde yola koyulduk kıymetli Akif kardeşimle birlikte. Hatırladığım 4 saatin üzerinde bir yolculuktan sonra Fas’ın en büyük şehri ünlü Casablanca’ ya vardık. 8 milyonluk bir şehir olarak elbette gayet büyük bir havalimanıydı. Tabi uçakta tanıştığımız ve gayet neşeli geçen sohbete de burada değinmeden geçemeyeceğim. Türkiye’ye geziye gelmiş bir üniversiteli genç grupla tanıştık ve özellikle iki üyesi ile hoş sohbetlerimiz oldu. Çok cana yakın bu gençler Türkiye’nin farklı şehirlerini gezmişler ve o gençlerden bir kız sık sık konuşmamız esnasında anlamadım diyerek sohbete neşe katıyordu. Zira ülkemizde kaldığı müddetçe bu kelimeyi öğrenmişti ve sempatik tavırlarıyla uçak yolculuğumuzun hızlı geçmesine yardımcı oldu. Hatta bulunduğu şehre özel yemeklerini yemeğe bizleri davet etsede fırsatımız olmayacaktı gitmeye. Ancak yeri gelmişken Kuskus ve Tajin yemeklerini yemenizi tavsiye ederim.
Havalimanına inmiştik ve yavaş yavaş olumlu ya da olumsuz anlamdaki şaşırmalarım başlamıştı. Evet pasaport kontrolü için sıraya girmiştik ve insanlar kahır ekseriyetle sıraya icabet etmiyorlardı, bu hiçte alışık olmadığımız tavır karşısında; sineye çekmiştik olanları. Fakat dikkatimi çeken insanların naif oluşu ve kendi önlerine de geçilse bunun bir sebeple ( eşinin dostunun yanına geçiyor, evrak doldurulması gerektiği için grubun içine dahil oluyor gibi ) yapıldığını düşünürcesine yumuşak karşılamalarıydı. Pasaport kontrolü alışık olmadığımız şekilde yavaştı ve işimiz bitti ve Casablanca şehir merkezine gitmek için tren biletini aldık ve beklemeye koyulduk...
Ve işte bizde kara tren diyebileceğimiz trenimiz gelmişti. Hızlı ve lüks trenlerden sonra böyle trenlerde varmış dediğimiz trenimize bindik ve istasyonda tanıştığımız ablamızla sohbet ederek yola koyulduk. Tabi unutmadan trene binişimizde olaylıydı, bir anda şehirden gelen kalabalık iniyor ve hücum edercesine bizler biniyoruz, bir an kalabalığın içinde kaldım ve kendimi zor bela kenara attım.
İstasyonda treni beklerken gideceğimiz yeri sorarken Fransa’da tercüme bürosunda çalıştığını öğrendiğimiz ablamız hem bize yardımcı oldu ve hem de yol boyu hem Fas’dan hem de genel konulardan konuştuk. Bu gayet mütevazı ablamıza kardeşim Akif bir jest yaparak hatıra kalması için hediyesini takdim etii. Yolculuk esnasında biletin atılmaması gerektiğini doğu bloku ülkelerinden edindiğim tecrübe ile saklamıştık ve neyseki saklamışız, zira kontrol yapan biletçi geldi ve o biletleri deldi, dikkat ettiğim neşeli bir şekilde çalışmasıydı, sık sık bu gezide rastlayacağım bu olay insanların yaptıkları işi sevmeleriydi, belki sevdiği işi yapmıyordu fakat var olan işini yaparken sevimli hallerine şahitlik etmek güzeldi gerçekten: Kadere teslimiyetin farklı bir ifadesi olarak kabul edebiliriz bu durumu. Millet olarak ihtiyacımız olan konulardan bir tanesi de bu diye düşünüyorum...
Hatırladığım 30 dakikalık bir yolculuğun ardından Casablanca şehir merkezindeki Casa Port tren istasyonuna gelmiştik. Taksiyle kalacağımız otele geçtik hızlı bir şekilde. Devam eden günlerde sık sık taksiye binecektik ve fiyatları normaldi ve ayrıca taksimetrenin açılmasını özellikle istemeliydik zira pazarlık usulü iş yapmak aleyhimize sonuçlanmıştı bir seferinde, işte burası önemli, insanların önyargıları var, yani avrupa ülkesi değilse sahtakarlık yaparlar gibi; oysaki insanların gayet dürüst olduğuna bizzat şahidim, hatta bir seferinde bulunduğumuz yer ile ilgili oryantasyonu bilmediğimizden taksiciye bizi götürmesi gereken yeri söylediğimizde, ne yapacaksınız taksiyi işte şurası yürüyerek 5 dakika dedi ve belkide gezdirerek alabileceği fazla parayı, dürüst bir insan olarak reddetmişti. Ülkemizdeki malum taksicilere küpe olsun… Elbette her toplumda gayri meşru yoldan iş yapanlar var, en gelişmiş ülkelerde de bu durum söz konusu, ama bir haftalık gezimizde neredeyse yabancıyız diye bizlere farklı muamele eden Fas’lıyı görmedik.
İlk yerleştiğimiz otelde iki gün kaldık ve farklı bir yere geçmeye karar verdik. Sebebimiz daha otantik bir ortamda olmaktı ve evet bu yeri bulmuştuk. Faslıların medine dedikleri tarihi açık alışveriş merkezlerinin olduğu bir yerdi ve bu yer hem daha merkezi, hem otel anlamında bize uygun olacak hem de Fas’ı ve insanlarını daha yakından analiz etmemize fırsat verecekti. Yerleştiğimiz otel Fas’a ilk gelenlerin çoğunlukla ilk günlerini konakladıkları bir oteldi bunun sebebi de Casablancayı iki gün gezdikten sonra bu merkezden tren ve benzeri taşımalarla diğer şehirlere rahat gidebilmeleriydi. Zira buradan gezilecek şehirlere özellikle Fes- Marakeş- Rabat- Agadir gibi şehirlere ulaşım gayet kolay. Otelimizde Japon- Koreli- Amerikalı- Alman- Fransız ve diğer ülkelerin turistleri ile güzel iletişimimiz oldu bu sürede. İkram kültüründen yoksun bu insanlara incir, hurma ikram ettiğimizde şaşkınlıklarını anlatmak zor tabi. Hatta bu durumu kabullenen Amerikalı 70 yaşındaki Lisa teyzemiz bize ikram etmeye başladı, insanlara güzel olanı sunmak her zaman neticede onların içlerindeki iyiliği keşfetmesi ve dışa vurmaları bakımından çok önemli.
Bu arada şehri keşfetmeye çalıştık. Casablanca’da dünyaca ünlü ve doğru bilgi sahibiysem dünyanın en büyük camisi olarak ün yapmış Kral Hasan 2 camisini ziyaret ettik. Atlas okyanusu kenarına yapılmış geniş bir alandaki bu muhteşem cami-i benim açımdan biraz hayal kırıklığı idi. Zira farklı koyu, kasvetli bir havası vardı, doğal ışıklandırmanın yetersiz oluşu, üst kubbe bölümünün zemine daha yakın oluşu, farklı bir mimaride yapılması aslında klasik bir kiliseyi andırdı bana. Gerçekten büyük olan bu caminin minareside büyük ihtişamlı bir minare, Endülüs mimarisiyle içindeki sütunların güzelleştirilmiş olduğu caminin orta yerinde sanki protokolü andıran bir yer yapılmıştı ve o bölüme giriş yoktu, burasının ne anlam taşıdığını da bilemiyorum…
Bunun dışında Çinlilerin çeşitli yatırımlarla, borçlandırmalarla Afrika kıtasına hakim olmaya çalıştıklarına buralarda da şahit oluyoruz maalesef. Casablanca da gezerken farklı muhitlerin yaşam tarzlarını da görme fırsatımız oldu. Bazı bölgelerde müstakil villaların yemyeşil bitki örtüsü ile kaplandığını, ama yer yer sefaletin de yaşandığına şahit oluyorsunuz maalesef. Atlas okyanusunun kıyısındaki AVM de gezmeye değerdi. İçindeki devasa akvaryum ve içindeki devasa balıkları görmek hoş bir anı olarak kayıtlara geçti.
Casablanca Fransız sömürge döneminden kalma gri, bazen siyahlaşmış yapıların yoğunluğu ile dikkat çeken, daha çok ekonomik merkez olarak kabul edilen bir şehir. Ayrıca Afrika’nın farklı ülkelerinden özellikle Avrupa’ya geçişlerin yaşandığı merkezlerden bir tanesi ve dolayısıyla farklı ırkları da burada sık sık görmek gayet sıradan bir olay oluyor…
Dr. Ahmet Naci DİLEK