Tarih sürecinde bir işi yaparken, bir görevi yerine getirirken bilmek çok önemlidir. Bilmek bir olgu, olay, faaliyet(ler), iz, oluş, fiildir.

Bilmek yaratılıştan, fiziksel(motor) tevafuk, şartlanma, deneme-yanılma ile birlikte eğitim gerektiren bir süreç kapsamında öğrenmektir.

Öğrenme, eğitim bir adım öte ile tecrübe, ihtisas, ana ve yardımcı dal ile şekillenir. Bir sonraki adımda maarif kavramı muallimi beraberinde getirir. Bu da başta ilk aşamadan başlayarak daha ileri ve karmaşık bir aşamaya kadar gider ve bilmek, öğrenmek kavramları bilim adıyla dal, ana dal, yardımcı dal ya da basamaklar, yapılar, gruplar ile daha da geniş bir hal alır. 

Sınıflamalar değiştikçe tanıma ve bilgi de daha geniş hale gelir, yeni kavramlar, tanımlar, uygulamalar ortaya çıkar.

Haliyle doğum ile başlayan fıtri hal ile başlayan bilme, öğrenme yaş, çevre, ihtiyaç, sosyal, fiziksel yapı gibi gerekçe ve altyapı ile aynı zamanda meslek ile birlikte ihtisaslaşmayı ortaya koyuyor. 

Bilmek, öğrenmek, bilim, ilim, dal, meslek, ihtisaslaşma derken bu durum değişik süreçlerde zaman, gün, ay, yıl, asır, hicri, miladi, kameri, rumi olarak yol alırken işin bir de maddi ve manevi boyutu çıkıyor ortaya.

Maddi, manevi, ruhi, kalbi, psikolojik, fiziki, sosyal yönler çıkıyor ortaya. Tabii ki eğitim, bilmek, tanımak kavramları dainsanlara, kavimlere, milletlere, insanlığa; Peygamber, resul, nebi, kitap kavramını; dünya, kabir ve ahiret hayatını getirmiş. Haliyle insan kendisini bir kul olarak ezdat arasında; iyi-kötü, sevap-günah, doğru -eğri, çirkin-güzel… gibi kavramların içerisinde bulmuş. 

Tarihin sayfaları hep bu şekilde imtihan, çekişme, kavga, savaşlarla devam etti. İnsan kendisinin bir kul olduğunu, elindekilerinin bir vesile olduğunu, emanet ve vekalet ile dünyada muayyen bir dönem için geldiğini ya göremedi ya görmek istemedi ya da kibre kurban gitti. Kuranı Kerim’de geçen Karun’u iyi okumak lazım.

Tarihte iyinin de kötünün de temsilcileri var elbette. Dolayısıyla var olan durumda insan ancak adalet adına tarafsız olsa da hakikat adına tarafgir olmak zorundadır. 

Gelin görün ki bu kadar engel, yaşam mücadelesi konusunda insanın kendisi dışında en büyük düşmanı, en büyük engeli, aşmazı, en çok kandırdığı ve aldattığı kişinin kendisidir. 

Kişi maalesef başta kulluk ekseni olmak üzere kendini tanıma, bilme, değerlendirme, değiştirme, geliştirme, gönüllerde ve eserleri ile yaşama noktasında zafiyet ve acziyet içerisindedir. 

Zira insanoğlu aidiyet duygusunun ötesinde ifrat ve tefrit meselesi gibi daha çok taltif, takdir, ilgi, övgü beklemekte ve bunun aldatıcılığında kendini alternatifsiz, erişilmez, olmazsa olmaz görmesidir.

Her işin bir mesleği, erbabı, vardır. Bilmenin, mesleğin en doğru bir şekilde ifadesi ehliyettir, vukufiyettir, liyakattir. 

Zira matematiği, Türkçeyi iyi bilen bir öğretmen ders bilme adına yeterli olabilir belki ama bildiğini aktarabilmek, öğrencilerin seviyesine inebilmek, anlatabilmek, anlaşılır olabilmek, kalıcı olabilmek bir o kadar önemlidir. Profesör olmak önemli olabilir ama hastanın seviyesine inmek, onun psikolojisini bilmek bir o kadar önemlidir. 

O halde bu da başlı başına yeterli değildir. Peki başka neler gerekir?

Tabii ki insanı insan yapan hassasiyetleri, hasletleri, duyguları, olmazsa olmazları, kutsal ve inanç değerleri, samimiyeti, sadakati, vefası, hürmeti, muhabbeti, güvenirliği, dürüstlüğü, sabrı, gayretidir...

Bunlar da yeterli değildir. Çünkü akan su kir tutmaz doğru olarak anlatılmıştı, bu suyun kirlenmemesi kadar, zehirlenmemesi, muhafazası ve içme kadar temizlik özelliğinin de kaybetmemesi gerekiyor.  

Bir kere kirlenmek de güzel olarak anlatılmışsa da kirlenmek güzel değildir. Yani var olanı muhafaza etmek ve geliştirmek de önemlidir. 

Yani…

Etraf burun kemiklerini sızlatırcasına kötü kokuyor, hakikat ortadayken görülmüyor, Hakkın hatırı dünyevi geçici kazanımlara tercih edilerek halkın hatırı ağır basıyor, bir makama -rakama gelmek için insanlık o kadar alçalıyor ki!

Makama gelenler bilgi, birikim, tecrübe, liyakatten ve duygularkenöyle yoksun ki!

Kişiler gücünü makamdan, rakamdan ve adamlarından alır olmuş…

Sözün bittiği yerde sessiz çığlıklara Arşı Alayı inletiyor. Aman Allah’ım….

Bilgi ve liyakati olmadan sırf yalakalık, yanlışı görmezlikten gelme, sen ne dersen o olur tarzındaki tümden tabii olma, yanlışı söylemem, gösteriş, tecrübesizlik, ifratın ötesi taltif ve takdir, birilerinin adamı olmak, birilerin arkasına almak…

Yolsuzluğun ve rüşvetin adını değiştirmek, makamların ve rakamların büyüsüne inanmak, vefayı vefat ettirmek, samimiyetsizlik, sadakatsizlik, iki yüzlüyü aratan yirmi hatta yüz yüzlü olup şekilden şekle girerek adeta bukalemun olmak, inanç, kültürel, milli ve manevi değerlerden uzak olmak, münafıklığı bile arar halde olmak, sadece dilde ve klavyede kahraman, vatansever olmak, kırmızı çizgilerin olmaması, dünyevileşmenin aldatıcı aynasında devleşmek, hasbilikten öte hesabi olmak….

Eğri doğru o kadar birbirine karışmış ki?

Artık doğular söylenemez hale gelmiş.

Menfaat ve korku elbisesi insanı kılıktan kılığa koymuş.  Şeklen insan olsa da birçok yönüyle insanı tanımak, tarif etmek öyle zor hale gelmiş ki!

Saflık, arılık, duruluk nerede; gözler, gönüller neden bu kadar bozmuş?

Yani insanın önce kendisini tanıması, değiştirmesi gelişmesi, tarafsız olması farz olmuş.

İnsanoğlu üstelik hak etmediği kazançlar ve makamlar karşısında zalim ve tekebbür halinde…

Adaletin terazisi bozulmuş, hile helal hale gelerek itibar görmeye başlamış, doğru söyleyene neredeyse sakıncalı, dikkat yazısı vurulur hale gelmiş. Adam öyle olmuş ki hep yalakalık, kendini öven insanların deryasında hep yüzeceğini sanıyor. Bir gün kara vuracağını, yüzme bilmeden çok açılmamış gerektiğini ve teknenin kendisine ait olmadığını, dahası kalıcı ve mülkün ebedi sahibi olduğunu fark edemiyor. Kaybedene ve ölene kadar….

İnsana kendini tanıma, kendine iyi davranma, kendini tanıma ve geliştirme fırsatı tanınmalıdır ki insan etten ve şekilden öte şerefli bir varlık olduğunu anlasın.

Yatlar, katlar, iş merkezleri, gelişen teknoloji, güvenlik, savunma elbette gelişmenin belirtileri olabilir, gereklidir de.Ama asıl gelişme ve yatırım insana yapılan yatırımdır, eğitime, maarife, aliye yapılan yatırımdır. 

Dün inkar edilemez, dün reddedilemez, düne sırt çevrilemez. Ecdadına sırt dönerek geçmişi ile bağrışan bir nesil değil, barışan bir nesil yetiştirmek gibi bir planlarımız, yatırım programları olmazsa olmazlardır.

Hakikat, riya, yalakalık, çok yüzlülük, kendini beğenme, israf, kişiye göre hareket…

İnsanoğlu ve sistem aynaya bakmalı, söylemlemlerden çok öz ve fiiliyat önemli. Zira “…Bildiğini ihlasla-samimiyetleyapmayıp bildiğini yapan alimler (bilenler…) de helak olduğu” hakikati hep tazeliğini korumalıdır…