Tarihi güzelleştirenler, rahmet ve minnetle anılmaz mı, hiç ölü sayılır mı tarihte silinmeyen ölümsüzler? İnanın tarih o kadar insanlık abideleriyle donatılmış ki birini söylerken çoğunu unutacağından çekiniyor insan.
İnsana hizmet edilir de Şeyh Edebalılar’ı, Mehmet Akifleri, Yunusları, Mevlanaları …unutmak da bir o kadar insanlık sarayında karanlığa gömülmektir.
Tarihin dünü konuşulurken bugünün Merhum Albay Hulusi Beyi, Kutup Yıldızı Abisini, İsa Abisini, Osman Hocasının… insanlık süzgecinden geçilmez mi?
Ya Şefkat Kahramanı, cennetin anahtarı elinde bulunan annelerimizi unutmak bir başka gaflet değil mi?
Ne diyor Yunus, “ölen hayvan imiş aşıklar ölmez…”
Tabii ki insan, tarih ve bugün. Ama ülkemizin, memleketimizin hassasiyetlerini de göz ardı etmemek. Hele hele onlarca medeniyetin, kültürün ayak izlerinin sürüldüğü devasa kaynağın, yıllara inat yaşayan Harput’u yaşatabilmek ve öncelikle Harput’u yaşayabilmek.
Adım adım Elazığ’ı teneffüs edebilmek. Elazığ’ın her karesinde seyahat edebilmek. İnsanı, insanlığı, memleketimizi- Elazığ’ı, vatanımızı – Türkiye’mizi, dünyada yaşananları kendine dert edebilmek.
Fatih Sultan Mehmet’in "Ya Rabbi sana ham dolsun… Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin. Ben bu milletimle değil Bizans’ı, dünyayı bile fethederim,” dediği bir millete hizmetkar olmak ibadetin ta kendisidir.
Derdimiz hastalık ortaya çıkmadan koruyucu, önleyici tedbirleri alarak hastalığın, rahatsızlığın ortaya çıkmasına engel olmak, var olan hastalığa ilaç olarak tedavi edebilmek, insanlığın huzur ve mutluluğunun tesisinde bir karınca misali de olsa görevini yerine getirebilmektir. Enaniyetin süslediği Benden içerü bene girerek, bizde bütünleşerek, empati denilen kavramı içselleştirmesidir.
Kan bağı olmadan da bütün çocukları evlat kabul etmek ve “Fırat kenarında kurda yem olan kuzudan kendine de pay çıkarabilmektir.
Eleştirmek ama haklı, insaflı, makul, yapıcı bir üslupla. Üstelik liyakat unsurunu göz ardı etmeden sadakatle ve samimiyetle yıkmadan, tahrip etmeden katkıda bulunmak adına yön vermek, istişarede bulunmak adına eleştirebilmek ne kadar güzel olsa gerek.
Tarih yaşananları kayıt eder. Hayatı yemek içmekten ibaret olmayanlar da tarihe yazılırlar. Üstelik kırılma noktasındaki olaylarda anlamlı tepkide bulunarak geride bedenen ölseler bile ölümsüz iz bırakırlar.
Ve bazen kalabalıklar arasında selamla ve omuza dokunan bir şefkat eliyle yalnız değilsiniz dokunuşuyla haksızlıklar karşısında susamayan ağızları, yürekleri gönülden alkışlamak gerekir.
Hele hele koca bir ağacı sırtlayan küçücük bir çekirdek hükmündeki çocuklarımızı, genç yürekleri gönülden tebrik ederek her zamanki gibi yarına ısrarla ümitle bakmanın mutluluğunu yaşıyorum. Küçük yaştalar ama koca yürekliler.
Nefsi müdafaa ve haksızlık karşısında susmama adına sürçü lisandan, hak yemekten benliğin sarhoşluğundan sana sığınıyorum Allah’ım!
Evet ince bir ayardır o kadar kötülükler arasından iyi bir insan olabilmek. Birilerini razı etmekten öte Hakkı razı etmek, halka hizmeti hakka hizmet kabul etmektir yazmak, konuşmak lekesiz bir şekilde yaşayabilmek.
Ne diyor bir mütefekkirimiz; “…Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımıkurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!.. "
Tekrar defaatle de olsa güzeldir. Asıl mesele iklim ve zamanın şartlarına göre renk değiştirmeden gerçek anlamda, şekilden öte insan olabilmektir.
Unutulmamalıdır ki hiç kimse yalnız birkaç yıl yaşamakla ihtiyarlamaz.
İnsanları yaşlandıran, ideallerinin yok olmasıdır. Yıllar cildi buruşturabilir, fakat heyecanların, fikirlerin feda edilmesi ruhu buruşturur. Üzüntü, kuşku, korku, maneviyatsızlık, kendine güvensizlik ve yeis; bütün bunlar başları eğen ve ilerleyen ruhu tekrar gerisin geriye götüren çok uzun yıllardır.
Koca bir tarlada göze çarpan zehirli otlar ve kök salan ayrıklardan başka dertlere deva, şifa veren bitkiler de vardır.
Kendini ilah kabul eden Nemrut’un, isminin verildiği dağın zirvesindeki şatafatlı saltanatına bir sineğin dur dediği tarihin bir gerçeği olduğu sadece hikayelerle sınırlı kalmamalıdır.
İşte Günışığı’ndan, Keban’dan, İdareci ve Bürokratlar Birliği’nden, Yeni Ufuk’tan, Anadolu’dan, Türk’ten, Başkent’ten, Fırat’tan, Haberin Saatin ’den geride bırakılan ölümsüz eserler, hoş bir sada…