Toplumsal bir sorundur tükenmişlik. Özellikle sistemleri oturmamış ya da gereği gibi sistemi olmayan devletlerin toplumlarının sorunudur tükenmişlik. Aslında 3. Dünya ülkelerinin sorunudur. Zira başta siyasi ve devamında zincirleme olarak ekonomik. sosyal, kültürel, psikolojik anlamda toplumu istikrarsız bir hale getirmenin çok ciddi sonuçlarından bir tanesidir tükenmişlik.
Daha da somutlaştıralım ve toplumumuzu Osmanlı sonrası süreçle analiz etmeye çalışalım. Osmanlı Devleti'nin yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu dönemi malum gayet çilelidir. Tüm düşmanlar yurdumuza göz dikmiş bir durumdadır. Milletimiz sürekli teyakkuz halinde ve sürekli bir şeylerin mücadelesini vermek zorundadır, görünür görünmez, maddi manevi savaş vermektedirler.
Sonrasında inkılaplar adı altında yapılan kültürsüzleştirme hezeyanlarına karşı verilen mücadeleler, sonrasında askeri ihtilaller ve idamlar. Velhasıl sürekli ezilen, sürekli gücünün üzerindeki işlerle uğraşmak zorunda bırakılan, koşturmaktan, gereksiz işlerle uğraşmaktan, beyazın beyaz, siyahın siyah olduğunu ispat etmeye çalışmaktan, yaratıcılık vasfını zamanla kaybeden ya da tam her şey yoluna girdiğinde artık o üretkenliğini ve topluma sunabileceklerinin yerini tükenmişliğin aldığı 3. Dünya sendromu.
Felsefik, Psikolojik ve Sosyolojik olarak bilinirki kişiyi uğraşması gereken, üretken olabileceği alanlardan uzaklaştırmanın yöntemi onu sürekli gereksiz ve lüzumsuz gündemlerle boğmaktır.
Bu anlamda konuyu daha da somutlaştıracak olursak ülkemizin eğitim konusu çok güzel bir örnek olacaktır. Hatta ondan da öncesi aile içi eğitim yani okul öncesi dönem. Kalıplar belli, şöyle konuşacaksın, şurada şöyle yapmalısın, orada oturma, olumsuz bir toplumsal baskı, olumsuz bir kültürel baskı (zira toplumsal ve kültürel anlamda olumlu ve gerekli bir baskının olduğuna/olması gerektiğine de inanıyorum, maalesef eskisi kadar olmayan!) ve diğerleri… Bu aşamada da üretkenliğimizi kaybediyoruz, ya da aşağı doğru çekmeye başlıyoruz. Sonrasında okul dönemi gereksiz ve her bireye hitap etmeyen onlarca ders yüzlerce ders konusu. Tabi burada da rejimin çarkları arasında ezilip gidiyor ve en fazla gelişmeyi gösterebileceğiniz dönemde törpüleniyor ve inovasyon üretme şansınız daha da azalıyor. Sonra sürekli maraton şu sınav bu sınav, şu okul bu dershane, şu kurs senin o hoca bizim, yarış atları gibi oradan oraya sürükleniyor ve yine yaratıcılığınız derin kuyular da kayboluyor. Bu maraton ve yoğun ders trafiği haliyle insanı boğuyor ve bireyler bir türlü rahatlayamıyor ki düşünebilsin ki üretebilsin. Sonra üretkenliğin zirvesi olması gereken Üniversite'ler deki siyasi ve adamcılık ortamı bırak gençlerin üretken olmasını iyice onları sersemleştiriyor, çünki oraya gelene dek onlarca imtihana girmiş, yüzlerce gereksiz ders görmüş ve binlerce konuyla boğuşmuşlardı. Bir şekilde burayı da bitiren zaten yorulmuş ülkemizin insanını bir telaşedir almış başını gidiyor. Evet şimdiki sıkıntı yeni imtihanların peşinden koşmak ve adam bulmak stresiyle ve aslında üretkenliğe, yaratıcılığa harcaması gereken enerjisini mecburen hayatta kalıp hakettiği statüsünü elde etmeye harcamaktadır. Sonunda bunu da çok uğraşlardan sonra başaran insanımızın öncelikleri henüz bitmemiştir.
Şimdi muradına erme zamanıdır ve mürüvvet görme telaşesi başlamıştır. Zaten tarihsel sürecinin insanımızı nerelere getirdiğinden bahsettiğim bu sendrom insanımız da üretkenlik adına bir şey bırakmamıştır. En başta bahsettiğim sistemsizlik sorunu iş aleminde de kendini iyiden iyiye hissettirmekte ve üretken olması icap eden insanımız, şefiyle, müdürüyle, çalışma arkadaşıyla, daire başkanıyla, dekanıyla, rektörüyle, müşaviriyle, bakanıyla ha çekişme, ha sürtüşme, ha restleşme derken: Aziz insanımızı iyice harcamakta ve üretken olup topluma, insanlığa sunması gerekenler olması gerekirken çok ama çok derin tükenmişliğin içine girmekte ve hatta kendi ruhsal hastalıklı haliyle başbaşa kalmak zorunda bırakılmaktadır.
Diğer taraftan dünyaya üretkenliğin öncülüğünü yapan toplumlara baktığımızda çocukluktan itibaren olabildiğince Allah'ın onlara verdiği özelliklerinin öne çıkarılması için rahat bir şekilde yetiştiriliyorlar. Okullarında çocuklar oynayarak öğreniyor ve var olan yeteneklerini ortaya çıkarıyorlar. Yetenekleri keşfedilince ona göre devam eden okullara, meslek alanlarına ve üniversitelere yönlendiriliyorlar. Bu arada bol bol oynuyorlar, geziyorlar ve doğayla bütünleşiyorlar. Hatta bu süreç onların doğa dostu olup; doğayla uygun şehirler, yatay mimariler, mekanlar, parklar, hatta araçlar üretmelerini sağlıyor, bizdeki gibi bulduğumuz yeri binayla, betonla fakirleştirmiyorlar… Üzerlerinde bir yerlere yetişmenin verdiği baskı yok, doğal yaşıyorlar, bastırılıp sıkıştırılmıyorlar, Düşüncelerde ders yükünün, yüzlerce konunun ve onlarca imtihanın altında ezilip, üstüne üstük iş bulma azabıyla pençeleşmiyorlar. Doğal olduklarından süreçte doğal işlediğinden uygun bir sisteme de sahip olduklarından üretiyorlar, ürettikçe de daha çok üretiyorlar. Zira üreten insan zevk alır hayatı dolu dolu yaşar ve başta kendisine, devletine milletine ve tabiki insanlığa faydalı olur. Kur'anın bizlerden istediği düşünmektir, tefekkür etmektir, yoğunlaşmaktır, üretmektir, haliyle düşünen insan üretken olur. Bizlerde düşünebileceğimiz ve üretken olabileceğimiz zihniyete kavuşmak için hem çalışmalı hem de bunun mücadelesini vermeliyiz.
Ecdadımızın ve tüm İslam aleminin zamanın da yaptığı gibi bizim buluşlarımız, alternatiflerimiz dünya da söz sahibi olmalı ve insanlık bizim buluşlarımızla aydınlanmalıdır…